23 Mayıs 2014 Cuma

İnsanda Temel Savunma Düzenekleri

 Evrendeki tüm canlıların davranışları yaşamlarını sürdürmeye uyum ve denge sağlamaya dönüktür.Organizmanın kendini dengede ve uygun koşullarda tutmaya çalışmasında bazı düzenleyici koruyucu ve yaşamını sürdürücü düzenekler vardır.Evrim basamağı yükseldikçe bu düzenekler karmaşıklaşır. Herhangi bir alanda denge bozukluğu ortaya çıkarsa homeostatitik düzenekler otomatik olarak devreye girer ve dengeyi sağlar.

Denge durumunu bozan veya bozma eğilimindeki tehlikelere karşı tüm canlıların geliştirdiği ortak davranışlar vardır.Acil durumlarda canlılar kaçma ya da saldırma şeklinde tepki verirler.Anksiyeteye karşı kaçma ve saldırma davranışları yeterli çare olamayabilmektedir.Anksiyeteye karşı insandan insana ve zamandan zamana değişen davranışlar gösterilir.İnsanların çatışma ve anksiyeteye karşı geliştirdikleri davranışlar (savunmalar) benliğin savunma düzenekleri olarak bilinir.Bunlar ruhsal ve toplumsal dengeyi sağladıkları için ruhsal homeostasisten ve ruhsal savunma düzeneklerinden söz edilebilir

Savunma düzeneklerinin özellikleri ve işlevleri

1- savunma düzenekleri bilinç dışı gelişir ve otomatik olarak işler, birey bu düzeneklerin farkında değildir
2- savunma düzeneklerini kullanmayan insan yoktur
3- sağlıklı ve hasta bireylerin savunma düzeneklerini kullanmaları arasındaki fark, kullanılan savunma düzeneklerinin niteliklerinde ve kullanma yoğunluğundadır
4- savunma düzenekleri anksiyeteye karşı işlev görür, anksiyeteyi gidermek ya da azaltmak amacı ile kullanılır
5- savunma düzenekleri benlik bütünlüğünü korumaya ve benlik saygısını sürdürmeye yönelik olarak çalışır
6- savunma düzeneklerinin özellikleri ve işlevleri bir bütün olarak insanın uyumuna yardım eder

Bastırma:

Temel savunma düzeneği olarak kabul edilir.
Bireyde anksiyete yaratan isteklerin, eğilimlerin, dürtülerin, duyguların, tutumların, anıların, olayların bilinç alanından çıkarılarak bilinç dışına itilmesi ve orada tutulmasıdır.
Bastırılmış içerikler genellikle hoş olmayan, üstbenlikçe kabul edilmeyen niteliktedir.
Özel teknikler kullanılmadıkça bilinç alanına getirilemezler.
Bu içerikler haz ilkesine uyarlar; doyuma ulaşmak; bilinç alanına çıkmak için fırsat kollarlar, bastırılmaları için ruhsal enerji gerektirirler.
Bastırılmış içeriklerin etkileri kişilik özelliklerinde, özel ilgilerde, değer yargılarında, ruhsal bozukluk belirtilerinde görülebilir.
Bastırılmış içerikler simgesel biçimde düşlerde ya da günlük yaşamda bilinç alanına sızarak etkinlik gösterebilirler.
Basit unutmalar, dalgınlıklar, dil ve davranış sürçmeleri bastırılmış içeriklerin günlük yaşamda görülen belirtileridir.
Patolojik olarak kabul edilmezler.

Yadsıma:

İnkar ya da yok sayma olarak da adlandırılır.
Bireyin baş edemediği tehlikeli ya da sıkıntılı durumlarla karşılaştığında yaratacakları anksiyeteden kurtulmak için bunları yok saymasıdır.
Ruhsal acı ve anksiyete yanı sıra bunları kendisine yakıştıramama da vardır.
Yadsıma çocuklarda, benliği güçsüz ya da olgunlaşmamış olanlarda belirgindir
Yaşam boyu sürer
Yadsıma düzeneği geçici olarak sağlıklı bireyler tarafından da kullanılabilir.
Ruhsal bozukluğu olanlarda daha sık ve daha uzun süre kullanılır.
Sık kullanıldığında gerçeklerle ilişki kopabilir, düşünce bozukluğu (sanrı) ortaya çıkabilir
Anksiyete yaratan isteklerin, eğilimlerin, dürtülerin, duyguların, düşüncelerin başkalarına mal edilmesidir.
Hoşa gitmeyen özellikler başkalarındaymış gibi algılanır
Kişi az anksiyete ve suçluluk duyar
Tehlike içerde değil de dışarıda gibi algılanır
İstenmeyen özellikler kendisinde değil dışarıdadır
Yansıtma ; genellikle yadsıma ile birlikte işler ve düşünce bozukluklarına yol açar
Anksiyeteyi azaltırken, kişiler arası ilişkilerin bozulmasına neden olur
Yansıtma ile yadsımayı kullanan kişiler yaptıklarının sorumluluklarını üstlenmez, başkalarını suçlar
Sağlıklı kişilerde de olmakla beraber daha çok ağır ruhsal bozukluklarda görülür

Yer değiştirme (displacement)

Çatışma ve anksiyete yaratan dürtü nesnesinin değiştirilerek, dürtü nesnesi olarak tehlikesiz ve daha yüksüz bir nesnenin seçilmesidir.
Birey çatışma ve anksiyete yaratan bir durumla karşılaştığında, tepkisini anksiyete yaratmayacak bir nesneye yöneltir.
Sağlıklı bireylerde, ruhsal bozukluğu olanlarda ve düşlerde görülebilir.
Ör: karşısındakine yumruk atak isteyen kişi masayı yumruklayabilir, amirine öfkelenen memur çocuklarını azarlayabilir… 

Mantıksallaştırma (uslamlama=ussallaştırma= rationalization)

Üstbenlik ve toplum tarafından kabul edilmeyen istek, eğilim, dürtü, duygu, düşünce, davranış, yetersizlik, başarısızlık gibi durumlar için anksiyete yaratmayan mantıklı gerekçeler biçiminde işleyen bir savunma düzeneğidir.
Öne sürülen gerekçenin az da olsa gerçek payı vardır
Hem kendini hem de karşısındakini aldatmaktadır
Bu sayede anksiyeteden, benlik saygısındaki düşmeden, toplumsal ortamda kötü duruma düşmeden kurtulur.
“Kedi ulaşamadığı ciğere mundar der”
Yaygın olarak kullanılır

Eksikliği giderme(compensation)

Kişinin gerçek ya da imgesel eksikliklerini ve yetersizliklerini  yeterli olan başka yönleri ile kapatma çabasına girmesidir.
Çabaları sonucu yetersizliklerinden kaynaklanan anksiyeteden kurtulur,
Çirkin………..sevimli cana yakın iyilik sever
Kısa, çelimsiz …………..derste başarılı

Karşıt tepki oluşturma (reaksiyon formation)

Üstbenlik tarafından kabul edilmeyen ve anksiyete yaratan isteklerin, eğilim veya dürtülerin çok güçlü olduğu ve baskı altında tutulamadığı durumlarda kişinin bunların yerine tam tersi biçimde davranmasıdır.
Kişi böylece üstbenlik ve toplum tarafından kabul gören davranışlar ortaya koymakta hem de anksiyeteden kurtulmaktadır.
Bilinç dışı düşmanca duygular yerine aşırı nazik davranma, kirlilik duygularına karşı aşırı temiz olma gibi

Döndürme (conversion)

Kişinin anksiyete yaratabilecek bilinç dışı içeriklerden, stres yaratan çevresel etkenlerden kaçınmasına yarayan bir savunma düzeneğidir.
Anksiyete bilinçli olarak yaşanmak yerine bazı bedensel belirtilere dönüştürülür
Belirtiler organik hastalık belirtilerini taklit eder ancak bir organik hastalığa rastlanılamaz, genellikle simgesel anlam taşır
Kocası ile kavga eden kadın kötü bir şey söyleyeceği sırada sesinin çıkmaması
Tokat atacağı zaman kolunu felç olması
Dayak yiyeceği zaman bayılma…..

Düş kurma (fantasy formation)

Kişinin gerçek dünyada baş edemediği ya da doyuma ulaştıramadığı bazı isteklerinin, eğilimlerinin, dürtülerinin… düş kurma yoluyla doyuma ulaştırılmasıdır.
Çocukluktan erişkinliğe her yaşta sıklıkla kullanılır
Az enerji gerektirir

Saplanma (fixation)

Gelişme dönemleri sırasında, kişiliğin bazı yönlerinin gelişmesinin duraklaması ve olgunlaşmasının yeterli düzeyde olmamasıdır
Duraklama duygusal yönlerdedir, bedensel, zihinsel gelişme sürer
Gelişme döneminde aşırı doyum ya da doyumsuzluk yaşanmış olduğu düşünülür
Sonraki  yıllarda kişilik özelliklerinin belirlenmesinde önemli rol oynar 

Gerileme (regression)

Kişinin gereksinimlerini karşılayamadığı, sorunlarla baş edemediği durumlarla karşılaştığında, bu tür sorunların yaşanmadığı daha önceki bir gelişme dönmesi
Hem sağlıklı hem de ruhsal hastalığı olanlarda gerileme görülebilir
Sağlıklı kişilerde geçici gerileme örnekleri; arkadaş toplantılarında şakalaşmalarda, içki içince, fiziksel hastalıklar sırasında
Kardeş doğumundan sonra tekrar tuvaletini kaçırmaya başlama gibi
Sanatçılar yapıtlarında gerileme örnekleri verirler, toplumca kabul edilip onaylanır, ödüllendirilir
“benlik hizmetinde gerileme” olarak adlandırılır

Özdeşim (identification)

Çocukluktan erişkinliğe kadar olan dönemde; kişinin başka kişi ya da grubun duygularını, düşüncelerini, davranışlarını ve değer yargılarını alarak kendi kişilik özellikleri durumuna getirmesidir
Alınan özellikler kişiliğe uygun biçime getirilir ve özdeşimle kişiliğe katılır
Böylece kişi kendini daha güvenli ve daha değerli hisseder 
Özdeşim, ödipal dönemin çözümünü sağlar ve iğdişlik (kastrasyon) anksiyetesini giderir
Özdeşim aslında taklit yoluyla öğrenme sürecidir
Benliğin gelişmesi ve olgunlaşması için gereklidir, kişilik özelliklerinin belirlenmesinde rol oynar
Çocuklukta anne baba, daha sonraki yıllarda öğretmenler, sanatçılar, sporcular ile özdeşim yapılır
Özdeşim salt taklit olarak kalır ve aşırı boyutlara ulaşırsa davranış bozuklukları ortaya çıkabilir
Çocuklar alacakları özdeşim örnekleri yoksa ya da özdeşim örneği sağlıklı değilse davranış ve cinsel uyum bozuklukları görülebilir

Yüceltme (sublimation)

Üst benlik ve toplum tarafından onaylanmayan ilkel bir isteğin, eğilimin ya da dürtünün amacının ve/veya nesnesinin değiştirilerek toplum tarafından onaylanan, değer verilen bir biçimde anlatıma kavuşturulması
Saldırganlık ve yıkıcılık dürtüleri yüceltmeye uğrayarak asker-polis, patlayıcı uzmanı, savunma sporları ile uğraşma
Anksiyeteye karşı bir savunma söz konusu değildir,  bu nedenle başarılı bir düzenek olarak kabul edilir

Gelişmiş savunma düzenekleri

Humour
Fedakarlık
Yüceltme



Toplumsallaşma, Toplumsal degişme nedir?

Bir toplum kendisine katılan bireylerden toplumun yapısını doğru olarak kavramalarını, kendi rollerinin neler olduğunu ve kendilerinden nelerin beklendiğini öğrenmelerini, toplumsal yapıda ve kurumlarda yer almalarını, toplumun etkin bir üyesi olmalarını bekler.
Bunlar için bireyin diğer insanlarla diğer insanlarla ilişki kurması, bazı bilgileri, davranış kalıplarını, toplumun değer yargılarını öğrenmesi gerekir.
Bunun için insanların diğer insanlarla ortak simgeleri kullanmaları gerekir. Bu ortak simgelerin en önemlisi sözcüklerdir. Tüm bu etkinliklerin sonucunda insan içinde yaşadığı toplumun bir üyesi durumuna gelir.

Toplumsallaşma süreci bireyin salt biyolojik bir varlık olmaktan çıkıp belli bir topluma bütünleştirilmesi sürecidir.
Aynı zamanda bir bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürünü öğrenmesi ve benimsemesidir.
Uygun davranışları öğrenerek toplumun bir üyesi haline gelmesidir.
Toplumsallaşma süreci doğumdan ölüme dek yaşamın her döneminde devam eder, toplumsallaşma ile edinilenler doğuştan değil, sonradan kazanılan  niteliklerdir.
Toplumsallaşma süreci için; belli bir fiziksel ve zihinsel gelişme düzeyine ulaşmış olmak gerekir.
Kültürün öğrenilmesi ile kazanılır.


Toplumsallaşma süreci doğumdan ölüme dek yaşamın her döneminde devam eder, toplumsallaşma ile edinilenler doğuştan değil, sonradan kazanılan  niteliklerdir.
Toplumsallaşma süreci için; belli bir fiziksel ve zihinsel gelişme düzeyine ulaşmış olmak gerekir.
Kültürün öğrenilmesi ile kazanılır.
Toplumsallaşma süreci doğumdan ölüme dek yaşamın her döneminde devam eder, toplumsallaşma ile edinilenler doğuştan değil, sonradan kazanılan  niteliklerdir.
Toplumsaallaşma süreci için; belli bir fiziksel ve zihinsel gelişme düzeyine ulaşmış olmak gerekir.
Kültürün öğrenilmesi ile kazanılır.


Öğrenme önce aile ortamında olur, yaşamın ilk yıllarında taklit yolu ile öğrenilir.
İnsanlar önce anne-babalarını, sonra öğretmenlerini, toplum liderlerini, kendisine göre önemli olan diğer insanları taklit ederek ve bunları yineleyerek toplum yaşamını ve onların  gereklerini öğrenir.
Toplumsallaşma süreci genel olarak bir koşullama sürecidir.
 İnsanlar yaşadıkları toplumun  kültürüne koşullanırlar.
Topluma uygun davranışlar ödüllendirilirken, uygun olmayanlar onaylanmaz veya cezalandırılır. 
Eğitimle insanlara toplumsallaşmayı sağlayan bilgiler, kurallar, davranış kalıpları, değer yargıları sistematik olarak öğretilir.
Arkadaş grupları ve okul çevresi de toplumsallaşma sürecinde önemlidir.
Çocuklar oyun ve okul çağında; arkadaş grupları aracılığıyla; sevmeyi, sevilmeyi, başarı için mücadele etmeyi, paylaşmayı, kavga etmeyi, insan ilişkilerini, rollerini, toplumun beklentilerini, karşı cinsle ilişki kurmayı, otorite ile ilişkilerini düzenlemeyi, iletişim biçimlerini, kurallara uymayı, uyumlu davranışları öğrenirler. 
Kitle iletişim araçlarının  da toplumsallaşma sürecinde önemli yeri vardır.
Meslekler ve mesleksel ilişkiler rol ve sorumluluk gösterme ve davranışları belirlemede etkisi olduğu için önemlidir. Bu ilişkilerde işbirliği, iş bölümü, paylaşma, görev bilinci, başarıya güdüleme de rol oynar.
Toplumsallaşma süreci birden çok alanda aynı zamanda ilerler.
Toplumsallaşmanın amaçları
1- toplumsallaşma süreci bireylere temel davranış kalıplarını öğretir.
2- bireylere rollerini öğretir.
3- bireylerde bazı özlemler yaratır.
4- bireylere bazı beceriler kazandırır, bu becerilerle birey erişkin etkinliklerine katılır, günlük yaşamı kolaylaşır.

Toplumsallaşma ve kişilik

Birey bir toplumun ve o toplumun kültürünün bir parçasıdır.
Bireyin kişilik özelliklerinin gelişmesinde onun dar ya da geniş tüm çevresinin etkisi vardır. Bireyin; cinsel, toplumsal, mesleksel kimliğinin ve kişiliğinin belirlenmesinde toplumun ve kültürün önemi büyüktür.
Toplumsallaşma süreci anne-babalara çocuklarını nasıl eğitmeleri, nasıl davranmaları, onlara neleri aktarmaları gerektiğini öğretir.
Çocukta bunlarla, toplumun kendisinden ne istediğini, kendisini nasıl gördüğünü, neleri onaylayıp, neleri onaylamadığını öğrenir. Bunları değerlendirir, kendince düzenler ve kendi özellikleri olarak çevreye sunar.
Çevreden geribildirim alır.
Tüm bu etkileşimler, kişilik gelişiminde önemlidir.
Bu süreçle bireyin fiziksel, ruhsal, toplumsal gereksinimleri karşılandığı gibi birey bu yönlerden belli bir olgunluğa erişir.
 Bu süreç diğer insanların bireyle ilgili duygu, düşünce ve değerlendirmelerini yansıttığı için bireyin kendisini tanımasında da yararlıdır. Böylece düşünce ve davranışlarını gözden geçirme, düzenleme olanağı bulur.

Toplumsal Değişme

Toplumların varlıklarını sürdürebilmeleri için denge ve uyum içinde olmaları gerekir. Dengesizlik ve uyumsuzluk egemen olursa, o toplumun varlığını sürdürmesi tehlikeye girer. Toplumlar değişen kültür ve doğa koşullarında yeni bir denge ve uyum sağlamaya çalışırlar.
Toplumsal değişme; toplumun toplumsal ve kültürel yapısında görülen değişmedir.
Belli toplumsal sistemlerin yapılarında ve işlevlerinde ortaya çıkan önemli değişmelerdir.

Toplumsal değişmenin özellikleri

1- Toplumsal değişme her toplumun değişmez özelliklerindendir.
2- toplumsal değişme toplumların iradesi dışındadır ve kaçınılmazdır, her toplumsal kurum gereksinmelerini ve değişme nedenlerini potansiyel olarak içinde taşır.
3- Toplumsal değişme hem süreklidir, hem de gereklidir. Toplumsal değişme kesintisiz olarak sürer ve toplumların gelişme gösterebilmeleri için gereklidir.
4- Toplumsal değişme süreci toplumlar arasında benzerlikler gösterdiği gibi, toplumların özelliklerine göre farklılıklar da vardır.
5- Toplumsal değişmenin hızı toplumdan topluma göre değişir.
Bazı toplumlarda hızlı, bazılarında yavaştır; bazılarında değişmeye karşı direnç görülürken, bazılarında direnç görülmez.
Toplumsal değişme geleneksel toplumlarda yavaş, endüstriyel toplumlarda daha hızlıdır.
6- Toplumsal değişmenin yönü uzun bir zaman dilimi içinde daima ileriye doğrudur.
Zaman boyutunda değişmede duraklama, geriye gidiş görülse de, toplamı yine ileriye doğrudur.
Bu nedenle, günümüzde toplumsal değişmeyle toplumsal ilerleme eş anlamlı olarak kullanılır.
7- toplumsal değişme sürecine çevre koşullarındaki değişmeler, siyasal, ekonomik, toprak ve kültür istilası gibi etkenler, toplumlar arasındaki kültürel ilişkiler etki eder.
Bilim ve teknolojideki yenilikler de önemlidir.
8- toplumsal değişme sürecinin temelinde insanların maddi, manevi tüm birikimleri yatar.



Sosyoloji nedir, Toplumun özellikleri nelerdir, Toplumsal değişme nedir?

İnsanlar gerek fizyolojik, gerekse ruhsal nedenlerden dolayı bir arada yaşamak zorundadırlar. Birlikte yaşamak daha güvenli, daha doyumlu ve daha anlamlı yaşam sürmek için zorunludur. Zaman içinde insan ilişkilerinin niteliği değişmiştir.
İnsanların bir araya gelmesi ve karşılıklı olarak çeşitli ilişkilerde bulunmaları bir “toplumsal çevre” oluşturmuştur. Bu toplumsal çevrede çeşitli toplumsal olaylar ortaya çıkmaktadır.

Toplumbilim (sosyoloji), insanların toplumsal yaşam koşulları içindeki ilişkilerini, bunların nedenlerini, değişimlerini toplumsal yaşam koşulları içindeki ilişkilerini, bunların nedenlerini, değişmelerini toplumsal bütünlük içinde ve nesnel olarak inceleyen bilimdir.
Toplumbilimin amaçları:
Toplumları yer ve zaman boyutunda, nesnel ve somut koşulları içinde inceleyerek anlamak
Toplumların tarih boyunca geçirdikleri ve geçirmekte oldukları değişmelerin etkenlerini ve doğrultusunu açıklamak
Farklı toplumlarla ilgili açıklamaların benzerliklerinden yola çıkarak genellemelere gitmek
İnsanların toplumsal değişme sürecini etkilemelerine olanak sağlamak
Toplumbilim ayrıca toplumsal kurumları ve insanların bunlarla ilişkilerini de inceler. Aile, hukuk, sağlık, toplumsal tabakalaşma, siyasal örgütlenme, nüfus hareketleri, iş bölümü, dayanışma gibi konuları inceleyerek, bunların birbiriyle ilişkilerini varsa aralarındaki uyuşmazlık nedenlerini ve çözümlerini incelemeyi de amaçlar.
Bir bilim dalı olarak toplumbilim incelemelerini araştırmalarını bilimsel yönteme uygun yürütür. Toplumbilimle doğa bilimleri arasında bazı farklar vardır.
Toplumbilim incelediği insan gruplarını ve toplumu etkiler, doğa bilimleri inceleme yaparken doğa bundan etkilenmez.
Toplumbilimin kuralları ve yasaları doğa bilimindekilere göre daha az kesindir, görelidir.
Toplum doğaya göre daha hızlı değişmeler gösterir.
Toplumbilimin deney yaparak amaçlarını gerçekleştirmesi çok güç hatta bazılarına göre olanaksızdır. Doğa bilimlerinde deney yapmak çok kolaydır.
Toplumbilimci de incelediği toplumun ve kültürün bir üyesi olduğu için, yansız ve önyargısız olması güçtür. Doğa bilimlerinde yansızlık ve önyargısızlık daha olasıdır. Bundan veriler değilse de yorumlar etkilenebilir.

Toplumbilimin Dalları
1-bilgi toplumbilimi
2- ekonomi toplumbilimi
3- siyaset toplumbilimi
4- kent toplumbilimi
5- köy toplumbilimi
6- eğitim toplumbilimi
7- hukuk toplumbilimi
8- din toplumbilimi
9- ahlak toplumbilimi
10- sanayi toplumbilimi
11- sanat toplumbilimi

Toplum, toplumsallaşma, toplumsal değişme
Toplum, başta kendini korumak ve sürdürmek olmak üzere birçok temel çıkarını gerçekleştirmek için işbirliği yapan insanlardan oluşan, göreli bir sürekliliği olan, genellikle belli bir coğrafyasal yeri ve ortak kültürü bulunan, çok ya da az ölçüde kurumlaşmış bir karmaşık ilişkiler bütünüdür.

Toplumun Özellikleri
Toplumlar rastgele ya da gelişigüzel bir araya gelmiş insan yığınları değildir. Geçici olarak bir araya gelen insanlar bir toplum oluşturmazlar.
İnsanın olduğu yerde bir toplum yaşamı vardır, toplum için birden çok insan olmalıdır. 
Toplumların bir yapısı vardır
Toplumlar insanlardan çok daha uzun ömürlüdürler
Toplumun yapısını sürdürebilmesi ve işlevleri için üyeleri ve grupları, örgütleri arasında genellikle işbirliği şeklinde bir ilişki vardır.
Toplumu oluşturan bireylerin toplumda bir statüleri, birbirlerine karşı rolleri ve sorumlulukları vardır. (anne-babalık, öğrenci-öğretmen, kiracı-ev sahibi rolleri gibi) insanlar diğer insanlara karşı sorumluluklar da taşırlar.
Toplumların göreli bir sürekliliği vardır, adı değişmezken bir çok niteliği değişebilir.
Her toplumda belli kurallar, simgeler, kalıplaşmış davranışlar vardır. Bunların içerik ve anlamları her toplumda aynıyken, görünümleri değişir. Selamlaşma gibi.
Toplumların genel özellikleri vardır.
Her toplumun temel amacı varlığını korumak ve sürdürmektir.

Toplumsal yapı: bir toplumu oluşturan örgütleri, kümeleri, kurumları, bunların toplumdaki yerini, işleyişini, birbirleriyle ilişkilerini gösterir.
Bu kavramla, ögeler arasında uyumun olması gerektiği, uyumsuz ögelerin birbiri ile bağdaşamayacağı anlaşılır.
Ağalık düzeniyle sendikalı işçilik, dinsel hukukla kadın-erkek eşitliği, tıbbi uygulamalarla hoca muskası bağdaşmaz.

Temel Toplumsal Değişmeler
1- neslin sürdürülmesi
2-yeni nüfusun toplumlaştırılması
3- yaşamın bir anlamının ve amacının olması
4- mal ve hizmetlerin üretimi ve dağıtımı
5- düzenin korunması
6- işlevlerin karşılıklı bağımlılığı

Toplumsal Kurumlar
Toplumsal kurum; birbirleriyle uyum içinde olan ve bir bütün oluşturan değerlerden, geleneklerden, inançlardan, davranışlardan ve diğer maddi öğelerden oluşmuş; görece sürekli kurallar topluluğudur . Aile, hukuk, siyasal kurumlar, eğitim, din, ekonomi, parlamento, devlet gibi.
Toplumsal kurumlar bir araya gelerek bir toplumsal düzeni oluştururlar. Toplumsal kurumların arasında uyum olmazsa, toplumsal düzensizlik görülür. Örneğin teokratik bir siyasal kurumla laik bir eğitim kurumu bir arada bulunamaz.
Bir toplumsal kurum birbiriyle uyumlu ve bütünleşmiş çok çeşitli kurallarla düzenlenir.
 Bu kurallar topluluğu bir toplumsal kurumun temelini oluşturur.
Bireylerin o toplumsal kurumla ilgili davranışlarını bu kurallar topluluğu belirler.
Örneğin eğitim kurumu; yasa, yönetmelik, gelenek, öğrenci, öğretmen, idareci, okul binası, okul flaması gibi ögelerden oluşur. Eğitim kurumunda kurumlaşan şey; bilgilerin ve davranışların hangilerinin nasıl, kimler tarafından, nerede ne ne zaman verileceğini belirleyen kurallar, yasalar, yönetmelikler ve geleneklerdir.


Toplumsal Kurumların İşleyişi
Toplumsal kurumlar kabaca, bir davranış kuralları bütünü olarak görülebilir.
Toplumsal kurumlar, toplum ve onun içinde bulunduğu nesnel koşullar sonucu ortaya çıkarlar.
 Bir toplumsal kurum bu nesnel koşulları daha belirgin duruma getirmek için oluşturulmuştur.
Toplumsal kurumlar, bir toplumun üyelerinde belli düşünme ve davranış alışkanlıkları ya da kalıpları oluşturarak toplumsal düzeni ve toplumsal uyumu sağlamlaştırır.

Her toplumda belirli ve ortak davranış kalıpları vardır.
Ancak toplumbilim, insanların temel toplumsal gereksinimlerini karşılamaya yönelik olanları inceler.
Örneğin, bayram kutlama, düğün ve cenaze törenleri her toplumda vardır, ama toplumbilimin incelediği toplumsal kurum kavramının içine girmez.
Toplumsal kurumların işleyişinin ögeleri:
Davranış kuralları: resmi (yasalar trafik kuralları gibi) ya da gayrıresmi( ahlak, nezaket kuralları)
Statü: her insanın toplumsal kurumda belli bir yerinin olduğunu gösterir.
Roller: toplumsal kurumlar üyelerine rol ve sorumluluklar verir.

Toplumsal kurumların işlevleri:
Toplumsal kurumlar temel toplumsal işlevleri yerine getirmeye yönelik olarak çalışırlar. Bu kurumlar toplumsal yapıyla yakından ilişkilidir. Toplumsal kurumların temel ve açıkça belirlenmiş işlevleri vardır.
Örneğin eğitim kurumunun amaçları ve işlevleri öğrencilere okuma yazma öğretmek, iyi vatandaş olmalarını sağlamak, onları meslek sahibi yapmaktır.

Açıkça amaçlanmayan ve belirlenmemiş amaçları arasında ise; toplumsallaşma sürecine katkıda bulunmak, yaşıtlarıyla arkadaşlık ilişkilerini geliştirmek, paylaşmayı öğretmek gibi işlevler vardır.

İletişim Teknikleri - Etkili ve Etkisiz İletişim

Etkili iletişim teknikleri

a)gözlem yapma: sözsüz iletişim araçlarını gözleyip, dikkat etmek ve bunları yansıtmak iletişimi kolaylaştırabilir.
b) ilgili sorular sorma: konuyla ilgili açık uçlu, yansız yüksüz yargısız sorular konunun açılmasını sağlar
c) geribildirim: alıcının kendisinde yarattığı izlenimi göndericiye geri iletmesidir
d) yansıtma: bireyin duygu düşünce ve sorularından oluşan içeriğini yeniden kendisine yöneltmektir.
Sizce bunu anneme söylemeli miyim?
Galiba annenizden çekiniyorsunuz. örneğindeki gibi.
e) yineleme ve netleştirme: eve gidiyorum diyen kişiye “eve mi gidiyorsunuz?” “sıkıntılıyım demekle ne anlatmak istediniz?”
f) teşvik etme (cesaretlendirme): evet, devam edin, bu konuyu biraz açar mısınız, baş sallama ile onaylama gibi.
g) bilgi verme: durumla ilgili bilgi verme olabildiği gibi, ben dr …, sizinle görüşmek istememin nedeni….öğrendiğim kadarıyla…olmuş, bir de sizden dinlemek istiyorum.
h) özetleme: iletişime katılanların iletişim sonunda ne olduğunu, iletişimdeki önemli ya da eksik kalan noktaları, anlaşılan-anlaşılmayan yönleri..gözden geçirmelerini sağlar. Sonraki iletişimlere temel hazırlar.
Anlama kapasitesinin yeterli olması, duygu ve düşünceleri sözelleştirebilme, sessizliği kullanma, dinlemeyi bilme, rehberlik etme, gelecek planlarını destekleme…de etkili iletişim teknikleridir.

Etkisiz iletişim teknikleri

a)anlama/anlatma yetersizliği: kendine güvenmemeye, karşısındakine değer vermemeye, önyargılı olmaya, iletişim sürecinin özelliklerini bilmemeye…bağlı olabilir.  İsteklerini tam ve açık anlatamama, mesleki terimleri sık kullanma, karışık anlatım …iletişimi bozar
b)boş güven verme: işe yaramadığı gibi, kişiyi zor durumda da bırakabilir
c)öğüt verme: kişinin karşısındaki kişiden daha yeterli-daha üstün görmesi anlamı taşıyabilir, istenildiğinde öğüt verilebilir, ama son karar alıcıya bırakılmalıdır.
d)reddetme, suçlama, kınama:iletişime katılan kişiyi küçümsemeyi, ona değer vermemeyi, düşüncelerinden ve davranışlarından dolayı suçlamayı kınamayı gösterir. Bunlarla karşılaşan kişi iletişimi sürdürmez.
e)savunma: iletişimde savunma değerlendirici, eleştirici ya da yargılayıcı tutumla kendini gösterir. Savunucu tutum gösteren karşısındakini dikkatle dinleyip uygun geri bildirim veremez.
f)sempati kişinin iletişimde olduğu kişi gibi duyup düşünmesini ve davranmasını gösterir. Karşısındakini anlamaktan çok, onun gibi duygulanır, düşünür, onun sorunlarını kendi sorunları gibi görür. Sağlık hizmetinde kişinin nesnelliğini yitirmesine yol açabilir.
g)duyguları küçümseme: karşısındakinin duygularını küçümseme onunla ilgilenilmediği, ona değer verilmediğini gösterir.
h)konuyu değiştirme:
i) dinlemeyi bilmeme, sessizliği kullanma yetersizliği, yanlı yüklü-yargılayıcı ve kapalı sorular sorma, gereksiz onay, test eder gibi davranma, harfi harfine yanıt verme, basma kalıp anlatımlar kullanma, konuşmayı kesme yetersizliği, karşısındaki ile yarışır gibi davranma…da etkili olmayan iletişim teknikleridir.


İletişimi engelleyen durumlar

İletiyle ilgili olarak
İletilerin basit ve açık olmaması,
yeterli bilgiden yoksun olması,
iletinin amaca yönelik olmaması
Alıcı ile ilgili:
Alıcının algılama kusurları
Alıcının değerlendirme hataları; alıcı kişisel inançlarına ya da değer yargılarına göre yanlış yorumlayabilir
Ortamla ilgili olarak
Fiziksel ortamın yetersizlikleri
Ruhsal toplumsal ortamın özelliklerindeki sınırlılıklar; iletişime katılanlarda karşılıklı olumsuz duyguların olması, önceden ilişkilerin bozuk olması, güven duygusunun olmaması, ortamda bulunan diğer insandan çekinme…


İletişimde; iletişim sürecinin belirsiz olması, göndericinin kullandığı kanal veya araçların uygunsuzluğu, iletinin açık  ve basit olmayışı, alıcının duyu organlarının bozuk olması, ortamın özelliklerinin yetersiz olması ve  alıcının içinde bulunduğu durum yanlış anlamalara yol açabilir. Örneğin, alıcının zihni meşgulse, aşırı sıkıntılı veya üzgünse, yorgunsa, hastaysa, korku içindeyse, konu ilgisini çekmiyorsa yanlış anlama olasılığı artar.

İletişimde Geribildirim

Belirsizliği gidermek için
Açıklama istemek için
Doğru anladığını göstermek için
Doğru anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol için
İletişime ek bilgi katmak için
İletişimin sürmesini sağlamaya yönelik olarak destekleyici içerikte
İletişimi sonlandırmak için verilebilir.

İletişimde duygusallık konu ile bağlantılı şekilde ortaya konursa inandırıcılık artar, ilgisiz bir şekilde konulursa inandırıcılık azalır. İletişimde mantıksallığın daha ağırlıklı olmasının eğitim ya da zeka düzeyi yüksek olanlarda, duygusallığın ağırlıklı olmasının eğitim ya da zeka düzeyi düşük olanlarda anlamayı kolaylaştırdığı kabul edilir.

Kitle iletişimi

Alıcısının gruplardan büyük kitlelere kadar uzandığı, kendine özgü özelliklere sahip bir iletişim türünü tanımlar. Günümüzde hiç kimse kitle iletişiminden ve etkilerinden kaçamamaktadır.
Kitle iletişiminin amaçları, kitlelerde bazı etkiler yaratmak, kitleleri eğitmek, kamuoyu yaratmak ve propaganda yapmak, kitlelerde istenen yönde değişme yaratmak, reklam yapmak vb dir. Bu amaçlarla kitlelerin değer yargıları, kültürel özellikleri değiştirilebilmektedir.
Kitle iletişiminde kullanılan araçlar arasında; kitap, gazete, dergi, broşür, radyo, televizyon, sinema, tiyatro, internet … sayılabilir.
Kitle iletişiminde hedeflenen kitlelere göre planlar yapılır, yaş, eğitim, cinsiyet, ekonomik düzey gibi. Yine de hangi alıcı grubuna ulaşıldığını belirlemek güçtür.
Kitle iletişim araçları genellikle toplumun çok küçük bir grubunun elindedir. Yönetimler bu konularda tekelleşmelerin önünde çalışmalıdır. Kitle iletişim araçları olumlu yönde kullanılırsa, eğitim, kişilik geliştirme, toplumsallaştırma gibi alanlarda önemli yararlar sağlar. Kültürel ögeleri olumlu yönde etkiler, olumlu davranış kalıplarını geliştirir ve pekiştirir, toplumsal kalkınmaya katkıda bulunur. Olumsuz kullanıldığında önemli zararlar verebilirler. Toplum adına karar veren konumuna gelebilirler, toplumun duygusal, cinsel ve saldırgan yönlerini kışkırtabilirler.  Fazla kullanılması, örneğin tv veya internet, kişileri gerçek yaşamdan uzaklaştırabilir, yalnızlaştırabilir, bireyciliğe itebilir.

Dil ve iletişim nedir? İletişim becerileri, İletişim Sürecinin Ögeleri

Dil: insanlarda bir etki yaratan, uyaran özelliği taşıyan sembollerden oluşmuş soyut bir sistemdir.
Sembol : çeşitli kavramları, nesneleri, olayları simgeleyen, ortak anlam taşıyan uyaranlardır. Semboller sözlü, yazılı, işaret şeklinde olabilir.
Dilin işlev görebilmesi için kullanan kişiler arasında bazı ortak özelliklerin olması ve bunların bilinmesi gerekir.
Dil insanlar arasında bir bilginin aktarılmasını sağlar, semboller iletilen kişide etki yaratır.
Konuşma diliyle ortamda bulunmayan bir nesne, kavram ya da olay anlatılabilir, geçmişte olmuş ya da gelecekte olması olası olaylar aktarılabilir.
Dildeki semboller bir araya getirilerek yeni anlamlar taşıyan kavramlar türetilebilir.

İnsanlarda kültürün oluşması ve aktarılmasını sağlayan gelişmiş bir dillerinin varlığıdır.
Bebek doğumu ile birlikte iletişim kurmaya başlar, ihtiyaçlarını ağlayarak anlatır, ancak ağlama konuşma dili açısından bir anlam taşımaz.
Zamanla başka sesler çıkararak uyaranlara karşı tepki oluşturmaya başlar.
Birinci yaş içinde kendiliğinden bir bebek bazı sesler çıkarmaya başlar.
Giderek çevresindeki erişkinlerin konuşmasına benzeyen sesler çıkarır.
Zamanla da bu sesler erişkinlerin seslerine daha çok benzer, anlamlı olmaya başlar.
Çevresindekiler bu seslere tepki gösterirler ve bazı sesleri pekiştirirler.
Çocuk böylece o sesleri daha çok yineler, beraberinde çocuğun duygusal ve davranışsal iletişim becerileri de gelişmektedir.

Bir yaşından itibaren erişkinlerin sözcüklerini öğrenmeye başlarlar, iki yaşına doğru da iki sözcükten oluşan cümleler kurmaya başlar.
İki beş yaş arası dönem konuşma dilinin en hızlı geliştiği dönemdir.
Çocuklar uzun cümleler kurmaya başlar, çok sayıda yeni sözcük öğrenirler.
Konuşma gelişim hızı çocuktan çocuğa da değişebilir.
Düşünme ile konuşma dili arasında bir ilişki vardır.
Düşünmede sözlü olmayan sembollerin de kullanıldığı bilinmektedir.
Çeşitli algılarla ortaya çıkan imgeler, şekiller gibi içsel semboller düşünme sürecinin işlemesinde önemli rol oynarlar.
 Bu içsel sembollerin anlamlandırılmasında, konuşma dilindeki sözcüklerin, kavramların, sembollerin rolleri vardır.
“Düşünmek sessiz konuşmak, konuşmak ta düşünceleri seslendirmektir”.
 Dil düşünceleri aktarmakta önemlidir, algısal süreçleri etkiler, fakat düşünce içeriğini tümüyle belirleyemez.
Düşünme sürecinde yeni bir süreç çıkmış ve bunun konuşma dilinde sembol olarak karşılığı yoksa, düşünme süreciyle yeni bir sözcük ya da kavram yaratılır.
Konuşma diliyle düşünme süreci bir birini karşılıklı ve sürekli etkiler.
Düşünme dilden daha kapsamlı bir kavramdır.
Konuşma dilinin bir anlam farkı ortaya çıkaran ses birimine FONEM denir.
Sesli ve sessiz harfler birer fonemdir.
Kan, kar, kas, kat
Dil, fil, kil, pil….
Birden çok fonemin birleşmesinden oluşan ve konuşmanın anlamlı en küçük birimine MORFEM denir.
Morfemler ya tek hecedir ya da tek heceden oluşan sözcüklerdir. Ders…

Birden çok morfemin bir araya gelmesiyle anlamlı yapılar oluşur, ya da bazı morfemler tek başına anlamlıdır. Bunlara sözcük denir . Türkiye, ders, okul.
Sözcüklerin gramer yapılarına göre dizilerek oluşturdukları bir yargı bildiren yapılara cümle denir.

Cümlenin iki tür yapısı vardır.
1- yüzeysel yapı: bir cümledeki sözcüklerin gramer kurallarına uygun olarak dizilip dizilmeme durumları, o cümlenin yüzeyel yapısını gösterir.
2- Derin yapı: Bir cümleyi oluşturan sözcüklerin simgelediği kavramlar arasındaki ilişkiyi gösterir.
Derin yapı: Konuşanın ne dediğinden çok ne demek istediğini , niyetini gösterir.
Söylenenin altındaki anlamı gösterir.

Toplumla birlikte dil de değişir, dinamik bir soyut sistemdir

1- bilginin taşınmasıİnsanların ve grupların birbirlerini etkilemek için ortaya koydukları her türlü bilgi alış verişidir.
2- belirsizliği gidermek ve istenen konuda haberleşmek
3- insanların diğer insanlara duygu, düşünce, isteklerini aktarması
4- alıcıda bir etki ya da davranış değişikliği yaratmak
5-İnsanlar toplusal rollerini iletişim süreciyle yerine getirir
6- insanların kendilerini ve başkalarını tanımalarına yardım eder.
7- sağlıklı iletişim toplumsal güveni sağlar

İletişim becerilerinin gelişmesi
İnsanın iletişim becerilerinin gelişmesi için başka insanlara yani toplumsal bir çevreye  ihtiyacı vardır.
Kişiler arası ilişkiler eğitim ve toplumsallaşma ile öğrenilir.
Bebekler ağlama ile iletişim kurarlar. Büyüdükçe bedenini iletişim kurmada kullanmaya başlar, işaret, elinden tutup götürme gibi…


Başını ve yüz hareketlerini kullanmaya başlar ve iletişim becerilerine  “davranış dilini” katar.
Konuşmanın başlamasıyla “konuşma dili” de kullanılmaya başlanır.
Konuşma dili Evrim basamağının üst sıralarındaki canlılarda görülür.
Eğitim arttıkça da sözcüklerle anlatım daha çok kullanılır.
Sözcüklerin yetersiz kaldığı yerde duygusal anlatımlar, ses tonu gibi özellikler iletişime eklenir.


İletişim Sürecinin Öğeleri
İki ya da daha çok insan arasında karşılıklı iletilerle kurulan iletişim sürecine “kişiler arası iletişim” denir. Ögeleri:
1- gönderici (kaynak): iletişimi başlatan, iletiyi düzenleyen ve alıcıya gönderen kişi ya da grup.
2- ileti (mesaj): alıcıya iletilmek istenen bilgi, duygu, düşünce, isteklerdir…
İleti sözlü, yazılı, sesler, semboller, jestler, mimikler, beden hareketleri biçiminde olabilir

İleti de yüzeyel ve derin anlamlar olabilir, ses tonu söylenme biçimi, vurgulamalar anlamı değiştirebilir.
Sessizlik de bir ileti ve iletişim yoludur.

3-kanal: gönderici ve alıcı arasında yer alan iletinin gönderilme ve alınma yollarıdır.
 Görsel, işitsel, dokunsal nitelikte olabilir. İnsanlar arası  iletişimde birden fazla kanal kullanılabilir, görsel işitsel, dokunsal gibi.
4- alıcı (hedef): iletinin gönderildiği, üzerinde etki yaratılmak istenen kişi ya da gruptur.
Alıcı iletiyi alır, değerlendirir, yorumlar, geribildirim verir.
Alıcının iletiyi yorumlamasında hem iletinin hem de kendi özelliklerinin önemi vardır.
Etkin iletişim için alıcının da gönderici gibi etkin olması gerekir.
5- geribildirim (feedback): alıcının iletiyi alıp değerlendirdiğini ve yorumladığını gösterecek şekilde göndericiye yanıt vermesidir.
6- ortam(kontext): iletişim sürecinin gerçekleştiği yerin ve zamanın özelliklerini gösterir.
İletişimin gerçekleştiği yer, yerin özellikleri, hava koşulları, ruhsal-toplumsal atmosfer, zaman …ortamın özellikleridir.


İletişim Süreci Modelleri
1- bir yönlü iletişim: göndericinin etkin olduğu, bir iletinin aktarılarak alıcıda etki yaratılmak istenen iletişim süreci. Alıcı edilgendir, geribildirim vermesi, iletişim sürecini etkilemesi beklenmez. Askerde üstün astına emir vermesi gibi.
2- iki yönlü iletişim: gönderici ve alıcı etkin katılır.
Gönderici alıcıdan etkin katılım da beklemektedir.
Gönderici alıcının geri bildirimine göre tekrar değerlendirir, her ikisi de etkin roldedir

3- çok yönlü iletişim: iletişime katılanların ikisi de hem gönderici hem alıcı rolündedir. Birbirlerini karşılıklı olarak aynı zamanda etkilerler.


İletişim Türleri ve araçları
1- sözlü (verbal) iletişim: konuşma dili iletişimin temel aracıdır, insanlara özgüdür. Bunda konuşma dili en önemli yeri konuşma dili kapsar, yazı dili, grafik, resim, karikatür de …sözlü iletişim araçlarından sayılır.
2- sözsüz (nonverbal) iletişim: duygu düşünce ve istekleri sözsüz olarak aktarmaktır. Görünüş, duruş, yüz anlatımları, el ve baş hareketleri, göz hareketleri-bakış dokunma, dinleme, iki kişi arasındaki uzaklık, sessizlik, pandomim …sayılabilir

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Bilinç Nedir? Bozuklukları, Nörofizyolojisi, Basamakları nelerdir?

Bilinçlilik: bireyin kendi duygularının ve çevresinde olanların farkında olması, uyanıklık durumudur.
İnsan çevreden gelen bir çok uyaranla karşı karşıyadır ancak içlerinden gelen sadece birini seçerek ona karşı yanıt verir. Hangisine yanıt vereceğini seçebilmesi önemlidir.

Dilimizde “bilinç” iki anlamda kullanılır:
Birincisi “bilinçli olmak” (consciousness): Uyanık ve makul düzeyde uyarılmış olduğumuz zaman ortaya çıkan tüm algıları, duyguları ve düşünceleri kapsamaktadır. Uyanık bilinç; duyum ve algıyı, karar vermeyi, öğrenmeyi, belleği, düşünmeyi, problem çözmeyi, zekayı ve yaratıcılığı içermektedir.
İkincisi “bir şeyin farkında olmak” (awareness): Herhangi bir anda farkında olduğumuz bir nesne ya da olayla ilgili öznel (subjektif) bir durumu içerir.

Bilinçlilik : bireyin iç dünyasında ve çevresinde olan bitenleri fark etmesi, ayırdetmesi, algılaması, değerlendirmesi  ve uygun tepki göstermesi için gerekli uyanıklık durumudur.
Bilinçlilik durumu yeni koşullara uyum yapması için önemlidir.

Bellek Nedir? İşlevleri, Türleri, Bozuklukları, Özellikleri Nelerdir?

Öğrenilen bilgilerin ve yaşantıların değerlendirilmesi, işlenmesi, kodlanması, zihinde depolanması ve gerektiğinde anımsanması işlevidir.  Bellek tek bir işlev değil işlevler bütünüdür.
Algılama, öğrenme, kodlama (kaydetme), depolama ve anımsama işlevlerini kapsar .
Yaşantılarımız, öğrendiklerimiz, her davranışımız yeni yaşantılara ve yeni davranışlara temel hazırlar.
Öğrenme için bellek, anımsama temel koşuldur.
Bellek içeriği tek bir beyin alanına yerleşmemiştir.
Beyindeki bellek ile ilgili nöronlar depolama için değişebilir potansiyele sahiptir.
Belleği oluşturan işlevler birbiri ile bağlantılı, bir arada uyumlu ve uygun etkinlikler göstererek bellek işlevlerini ortaya çıkarırlar.

Psikolojide Psikoz - Nevroz Ayrımı

Daha önceki yazımızda psikolojide normal ve anormal ayrımı kavramını işlemiştik. Bu yazımızda ise psikoz ve nevrozun farklılık ve benzerliklerini anlatacağız.

Nevroz

  • Tıbbi olarak artık kullanılmayan bir terimdir.
  • Gerçeklikle ilişkinin kopmadığı, anksiyete veya fobileri içeren hafif ruhsal ve duygusal bozuklukları ima eder.
  • Nevrotik durumlar, günlük işlevleri ya hiç etkilemez veya hafif derecede etkiler. Depresyon, anksiyete veya stresin yaygın belirtilerine neden olur.
  • Nevrozu olan kişi, bozukluğunun farkındadır.
  • Nevrozlu kişi, anksiyete’den kaçınmaya çalışır.
  • Mantık dışı davranış sergiler fakat bunun farkındadır.
  • Bu insanlar, bir şeylerin yanlış olduğunu fakat onu değiştirmekte yetersiz kaldıklarını düşünürler.

Diğer Nevrotik özellikler

  • Başkalarına sevgi veya bağımlılık ihtiyacı
  • Aşağılık veya yetersizlik duyguları
  • Plan yapma yetersizliği
  • Saldırgan veya düşmanca davranış
  • Anormal cinsel işlev
  • Psikologların çoğu, anksiyete’nin nevrozların temeli olduğuna ve nevrotik insanların savunma düzenekleriyle anksiyete’yi bağladıklarına inanırlar.
  • İnsanların çoğunun, insan doğasının bir parçası olarak bazı nevroz biçimlerine sahip olduklarına inanılmaktadır.
  • Freud, nevrotik bozuklukları ‘anksiyete ile baş etme yolları’ olarak görmektedir.

Psikoz

  • Psikiyatrik bir terimdir.
  • Psikotik kişinin gerçeklikle bağlantısı kopar.
  • Sanrıları veya varsanıları olabilir.
  • Duygulanım, düşünce, davranış ve kişilik organizasyonunda bozulmalar olabilir.
  • Sanrılar-karşı kanıta rağmen devam eden yanlış inançlar
  • Varsanı-nesne olmaksızın algılama olması

Psikolojide Normal - Anormal Ayrımı

Normal ve  anormal kavramlarını tanımlamak güçtür. Anormal davranış ve ruhsal bozukluk terimlerini genelde psikolog ve/veya psikiyatristler kullanır. İnsan davranışları kesin sınırlarla normal  ve anormal olarak ayrılmaz. Normal bir kişi sağlıksız olabileceği gibi, anormal bir kişi sağlıklı olabilir. Anormal= anlamlı şekilde kurallar veya normlardan ayrılan kişilerdir.Genelde normallikle anormallik arasında geniş bir geçiş alanının olduğunu düşünmek doğrudur. ‘Akıl hastalığı’ terimi ise hukuki bir terimdir.

İnsanın Biyolojik Evrimi - İlk insanlar


Bilimsel olarak canlıların bir çok sınıflandırılmış hali mevcuttur. Bu yazımızda da bilimsel olarak ilk insanların sınıflandırılması ve insanların biyolojik evrimini anlatacağız.
1-Sahelanthropus tchadensis ( 6-7 milyon)
Beyin kapasitesi küçük,
Diestema yok
Alt ve üst premolar çift köklü
Foramen magnum önde yer alır
Evrimimizin başlangıç noktasıdır.

2-Orrorin tugenensis (5,8-6,2 milyon)
Kenyada Tugen tepelerinde bulunur.
5 bireye ait 13 iskelet kemiği bulunundu.
Femura bakıldığında iki ayak üstünde yürüdüğü görülür.

Antropoloji Nedir? Türleri Nelerdir?

Antropoloji,İnsanın biyolojik ve kültürel çeşitliliğini inceler .Zaman ve mekan içindeki benzerlik ve farklılıkları açıklamaya çalışır.

Antropolojinin ayırt edici özelliği biyoloji ve külltür de köken ve değişimlere olan ilgisidir.
Genel antropolojinin 4 alt disiplini vardır.

Psikolojik Testler

Psikolojik Değerlendirme
‘Çeşitli psikolojik yöntemleri ve teknikleri kullanarak bireylerin yeteneklerini, motor-zihinsel-duygusal davranışlarını,kişilik özelliklerini değerlendirme sürecidir.’

Psikolojik Testlerin Özellikleri

Nesnellik
            -Bir testin verilmesinin,puanlanmasının,değerlendirilmesinin testi uygulayanın ve değerlendirenin öznel düşüncelerinden,değer yargılarından ve inançlarından bağımsız olmasını gösterir.
Geçerlilik
            -Bir testin ölçmek istediği özelliği hangi düzeyde ölçebildiğini gösteren bir özelliktir ve korelasyon katsayısı ile gösterilir.
Güvenilirlik
            -Bir testin ölçmek istediği özelliği ne kadar iyi ve doğru ölçtüğünü gösterir ve testin yinelenebilir olmasıyla ilgilidir.
Standardizasyon ve Norm
            -Standardizasyon, bir test materyalinin, verilme biçiminin, puanlandırılmasının önceden belirlenmesini gösterir.
            -Norm kavramı, bir toplumdaki ve kültürdeki normal kabul edilen değerleri ya da ortalama performansı gösterir.

20 Mayıs 2014 Salı

Bilim Nedir?

Bilim bilmek sözcüğünden gelir. Günlük dilde yaşamımızı kolaylaştıran teknoloji ürünleri olarak kullanılır.
Bilim doğayı, doğa olaylarını ve bunların aralarındaki ilişkileri anlamaya yönelik bilgi üretme çabalarıdır.
Bilim denenebilecek bir bilginin içeriği olan her şeyin; bu arada doğayla, insanla toplumla ve düşünceyle kesin ya da yaklaşık olan nesnel bilgilerin tümüdür. 

Bilim bilimsel yöntemlerle elde edilmiş bilgiler bütünüdür.
İnsanlar her zaman bilinmeyeni bilinir, belirsiz olanı belirli, soyut olanı somut, açık olmayanı açık duruma getirmeye çalışmışlardır. Baş edemedikleri doğa olaylarını açıklamaya ve denetim altına almaya çalışmışlardır. Doğa olayları arasındaki ilişkileri incelemiş, bunların kendi yaşamlarına etkilerini araştırmış, doğadaki düzeni bulmaya ve doğa yasalarını ortaya koymaya çalışmışlardır.

Tıp uygulamasında davranış ve etik


Sağlık: DSÖ’ye  (WHO) göre; bir kişinin salt hasta ya da sakat olmaması durumu değil, bedensel, ruhsal ve toplumsal yönlerden tam bir iyilik durumudur.
•Sağlık elemanları kendilerine başvuran kişileri bedensel-ruhsal-toplumsal (biyopsikososyal) olarak görmek zorundadırlar.

Sağlık Ekibi
Hekim, hemşire, sağlık memuru, ebe, psikolog, fizyoterapist, sosyal hizmet uzmanı, beslenme uzmanı, tıbbi sekreter… •Hekim ekibin başı ve yürütücüsüdür. Ekibin eşgüdüm içinde çalışmasını sağlar.

Tıbbi Yaklaşımlar
•Klasik tıp anlayışı: hastalığı saptamak ve tedavi etmek amacındadır, hastalık ya organik ya da ruhsal kökenlidir, biyomedikal model
•Çağdaş tıp anlayışı: hasta bedensel-ruhsal-toplumsal yönleriyle bütün bir insandır. Ruhsal ve organik hastalıklar iç içedir. Biyopsikososyal model.
•Sağlık elemanları hasta yanı sıra hastanın aile üyeleri, iş ya da okul arkadaşları ile de görüşmek zorunda kalmaktadır. •Hastanın toplumsal çevresi önemlidir. •Hastalık nedenleri araştırılırken; geniş bakarak, biyolojik, fiziksel ve toplumsal çevreyi incelemek gerekir.

İyi Bir Hekimin Özellikleri

1- bilgi: mesleği ile ilgili doğru ve yeterli bilgileri en üst düzeyde öğrenmiş, becerileri en üst düzeyde kazanmış olmalı, yeni gelişmeleri izlemeli, kendini sürekli geliştirmelidir.
2- ilgi ve merak: mesleki anlamda ilgili ve meraklı olmalı. Hastasını anlamaya-tanımaya çalışmalı, ilgili sorular sormalı, tam muayene yapmalı.
Hastalığın aydınlatılmasına yaramayacak ilgi ve meraktan uzak durmalıdır.
3-davranış: sözlü ve sözsüz iletişimi iyi kullanmalı, hastanın jest ve mimiklerini incelemeli, iyi bir gözlemci olmalıdır.
4-kabullenme: değer yargılarına uymayan hastaya ait düşünce ve davranışlarını hastasına saygı duyarak kabullenebilmelidir.
5- önyargısız olma: hastası ile ilişkilerinde olabildiğince önyargısız olmalı, değer yargılarını ilişkiye yansıtmamalıdır. Önyargı bir belirtiye takılıp kalma ve ona göre tanı koyma, hastanın görünüşüne bakıp yargıya varma, hastayı yüzeysel olarak ele alma gibi konularda görülebilir.
Her hastanın hastalığı kendine göredir ve kategorize etmek pek doğru değildir. •Hasta hekim ilişkisinde, hastanın genel durumu, yaş, bedensel belirtileri, o andaki bedensel ruhsal durumuna göre esnek olunmalı, değişebilmelidir, hasta ile ilgili her seçenek nesnel olarak gözden geçirilebilmelidir.•••Sempatiden kaçınmak gerekir, profesyonelliği ortadan kaldırır.
6- esneklik: hastalık yok, hasta vardır.
7- aktif dinlemeyi bilme: hastasını dinlediğini gösterebilmeli, konuşmasını desteklemeli, yerinde ve uygun sorular sorabilmeli, gerektiğinde açıklama isteyebilmelidir.
8- eş duyum (empati) yapma: bir an için geçici olarak hastanın yerine kendini koyarak hastayı anlamaya çalışma
9-rollerini ve sorumluluklarını bilme: hekim sağlık alanında bilgilidir, ve bilgisi, işi bununla sınırlıdır, hastalar ve yakınları bazen hekime tüm güçlülük verme eğiliminde olabilmektedir. Hekim hastanın özel yaşamına karışmamalı, onun adına karar vermemelidir.
10- beceriler: mesleki becerileri öğrenmeli ve uygulamalıdır. Bir sorun karşısında çözüm bulabilmeli, yaratıcı olmalı, bilim ve bilimsel düşünceyle etik ilkelere uygun davranmalıdır.
11-güven verme: iyi hekimlik uygulamaları ile hekim hastasının güvenini kazanabilir

Cinsellik - Cinsel Kimlik - Cinsel Uyum nelerdir?



Bir canlı türünün varlığını sürdürmek için gerekli fizyolojik dürtü.
İnsanlık tarihi boyunca cinsellik her dönemde insanların ve toplumların ilgi alanlarından biri olmuştur. Kimi zaman kısıtlanmış, yasaklanmış, kimi zaman denetimsiz insan davranışlarından biri olmuştur.
Toplumlar bireylerinin cinsel davranışlarını belli kurallara dayandırmaya cinsel dürtülerinin giderilmesini belirli sınırlarda tutmaya çalışmışlardır.
İnsanların cinsel davranışları oldukça karmaşıktır
Toplumsal kurallar ve engeller cinsel dürtünün özünü ve nesnesini değiştirebilmektedir
Bu cinsel dürtünün doyumunu güçleştirebildiği, karmaşıklaştırabildiği için çeşitli ruhsal ya da toplumsal sorunlara yol açabilmektedir. 
Psikanalitik kuram bazı ruhsal bozuklukların altında cinsel sorunların yattığını öne sürmektedir.
Toplumumuzda da ruhsal rahatsızlığı olan bireylerin evlendirilince iyileşeceği inancı bazı kesimlerde yaygındır.
Cinsel Kimlik Ve Gelişmesi
Cinsiyet döllenme ile belirlenir, X ve Y kromozomları ile
Ancak cinsiyet hormonları cinsel gelişimde çok önemlidir
Testesteron yokluğunda ya da duyarsızlığında dişi cinsel organları gelişir
Cinsel kimlik yaşamın ilk yıllarında çeşitli etkenlerle belirlenir.
Cinsel kimlik duygusu bireyin erkek ya da dişi olduğunun farkına varması, buna uygun rol ve tutumları benimseyerek uygun davranışlar göstermesidir.
Birey kendi bedenini erkek ya da dişi olarak algılar, benimser, ciinsel yönden yeterliliğini kabul eder.
Cinsel Kimlik
1- kimliğin bir ögesidir
2-bazı ögelerin sentezi ile gelişir; erken çocukluk yaşantıları, cinsel kimlik ile ilgili tutumlar ve davranışlar, cinsel yönelim …
3-gelişmesinde fetal hormonların rolü vardır
4-cinsiyet kromozomlarının ve cinsiyet hormonlarının rolü vardır
5-çekirdek cinsel kimlik bir yaşından önce farkedilir, bir buçuk-üç yaşlar arasında pekiştirilir, yerleştikten sonra değişime dirençlidir
6- doğuştan gelen cinsiyetle ilgili farklar vardır, değişime dirençlidir. Örn. saldırganlık ve enerji harcaması erkeklerde daha yüksektir.
7-uygun özdeşim örneklerinin bulunması ya da bulunmaması cinsel kimlik gelişimini etkiler
8- Anne-çocuk ilişkisi, ailenin ve toplumun cinsel davranışlara karşı tutumu cinsel kimlik gelişimini etkiler .
Cinsel kimlik gelişiminde erken çocukluk yaşantılarının önemli olduğu kabul edilir.
Anal dönemde çocuğun genital bölgelere verdiği dikkat ve önem, çocukta yasak ve utanma duygularına yol açabilir. Cinsel oyunların ya da cinsel sorunların aile tarafından ödüllendirilmesi ya da cezalandırılması, çocukta cinsellikle ilgili bazı izlenimler yaratır.
Fallik dönemde Oedipus karmaşasının çözümü ya da çözümüyle ilgili güçlükler yaşanması cinsel kimliğin gelişimini etkiler.
Ailenin çocuğun cinsiyeti ile ilgili beklentileri, çocuğa karşı cinsten bir çocuk gibi davranması, çocuğun kendi cinsiyetine uymayan tutumlar geliştirmesine ve davranışlarda bulunmasına yol açabilir.
Cinsel kimliğin gelişmesinde özdeşimin özel bir rolü vardır. Özdeşimle birlikte öğrenme, toplumun cinsellikle ilgili değer yargıları ve çocuğa yansıyan tutumları da önemlidir.
Cinsel uyum ve cinsel uyum sorunları
Bir insanın hem kendi içinde hem de diğer insanlarla ilişkilerinde ve davranışlarında dengeli ve uyumlu olası için cinsel yönden de uyumlu olması gerekir.
Bunun için cinsel kimliğin kazanılması, uygun cinsel nesnelere yönelme, cinsel dürtünün toplumun değer yargılarına uygun biçimde doyurulması ya da gerekirse ertelenmesi, gençlik döneminin sağlıklı geçirilmiş olması gereklidir.

Cinsel uyumu bozan etkenler bazı cinsel uyum sorunlarına yol açarlar. örneğin,;
1-cinsel kimliğin gelişmesini bozan, kısıtlayan, saptıran bedensel-ruhsal-toplumsal etkenler
2-partnerin uygun ve uyumlu olmaması
3-toplumsal yaşamı ve mesleksel uyumu bozan etkenler
4-genetik bozukluklar, bazı ilaçlar, bazı ruhsal-organik hastalıklar cinsel uyumu bozar
Mastürbasyon
Kendi kendine doyum anlamındadır.
İlk olarak fallik dönemde görülür ve çocuğun kendi bedenini tanıma yolu olarak değerlendirilmelidir. Doğal bir süreçtir, ancak bazı aileler paniğe kapılabilir.
Ergenlik ve gençlik yıllarında yeniden görülür. Bu da döneme özgü doğal olarak kabul edilmelidir. Sıklığının  çok artması bazı ruhsal bozuklukların ilk işareti olabilir.
Masturbasyon; cinsel dürtünün doyumuna yönelik bir eylemdir. Cinsel dürtünün nesnesi yoksa, normal sıklıktaysa normal bir davranış olarak kabul edilir.
Bazı gençler yanlış bilgi ve inanışlar sonucu sonrasında suçluluk duyarlar.
Bazıları kısır kalacağından, aşırı zayıflayacağından, iliklerinin kuruyacağından korkabilir. Bunların gerçek temeli yoktur.
Cinsel Güçsüzlük Korkusu
Cinsel gücün ortaya konabilmesi için uygun eş, uygun yer ve  uygun zaman koşullarının karşılanması gerekir.
Bunlar karşılanmamışsa; cinsel ilişkide başarı olasılığı düşük kalacaktır.
Böyle bir deneyimde başarılı olamamış genç kendisinde cinsel güçsüzlük varmış gibi inanabilir, korkulara kapılabilir. Bu cinsel güçsüzlük değil cinsel güçsüzlük korkusudur.
Cinsel uyum sorunlarının oluşmaması, aşılması için erken yaşta doğru bilgilerin öğretilmesinde yarar vardır.
Bir kitap önerisi:
Cinsellik hakkında kouşamadıklarımız,
Derek Polonsky
HYB yayınları (Hekimler Yayın Birliği)
Eşcinsellik (homosexuality): bir kişinin cinsel eşini karşı cins yerine kendi cinsinden seçmesi. Kadınları da kapsadığı halde, kadınlar için lezbiyenlik terimi de kullanılır.
Son zamanlarda batıda bir tercih, bir yaşam biçimi olarak kabul edilmektedir.
Karşıt cinsellik (Transsexualism): ameliyatla cinsiyet değiştirmek isteyenler için kullaılır.
Karşıt giyicilik (Transvestism): kişinin karşıt cinsten kişinin giysilerini giyerek cinsel haz duyması

Kişilik Nedir?





Bireyin içinde yaşadığı ortamda insanlarla kurduğu ilişkilerde gösterdiği tepkiler ve kendini ortaya koyma biçimidir Bireyin yaptığı her şey, kişiler arası ilişkileri, duyguları, düşünceleri, ilgileri, eğilimleri onun kişiliğini gösterir. Bu özelliklerin uyumlu bir bütün oluşturması ile kişilik ortaya çıkar.
Dünyadaki insan sayısı kadar kişilik olduğu söylenir. Ancak insanların kişiliklerinin kimi özellikleri diğer insanların özelliklerine benzerken, kimi özellikleri de onları başkalarından ayırır. Kişiliğin en önemli özelliği “tutarlılık”tır.  Zaman içinde değişmez, süreklilik gösterir.  Belli bir uyarana karşı gösterdiği tepki, bir başka zamanda da benzerdir, fazla değişiklik göstermez. Kişilik özellikleri insanları birbirinden ayırıcı nitelik taşır. Bu özellikler birbiriyle uyumlu bir bütün oluşturur. Diğer insanlarla ilişki kurma biçimini etkiler, Gelişme döneminde kurulan kişiler arası ilişkiler de kişilik özelliklerini etkiler. Kişilik gelişmesi doğumdan ölüme kadar devam eder. Toplumsal davranışlar ve etkileşimler, öğrenme, toplumsallaşma süreci, eğitim ve öğretim, yaşantılar sonunda gençlik döneminin sonunda belli kişilik kalıpları oluşur. Kişilik gelişimi belli bir dönemle sınırlı olmamakla birlikte çocukluk, ergenlik ve gençlik dönemi daha önemli görünmektedir.
Kişilik gelişimini etkileyen etmenler 1-kalıtım: insanların boyu, fiziksel görünümü, göz rengi, saç rengi nasıl genetik olarak belirleniyorsa, beyindeki düşünce, duygu ve davranışlarını yönlendiren nörotransmitter ve reseptörleri de kalıtımla belirlenir.
Ancak beyin hücreleri plastik yapıdadır ve çevresel etkenlerle oldukça fazla değişme gösterebilir. 2-yapısal etkenler: tarihte bazı düşünürler beden yapılarının insanın kiiliğini belirlediğini öne sürmüşlerdir. Kretschmer insanları beden yapılarına göre dört tipe ayırmış, bu kişilerin belirli kişilik özelliklerine sahip olduklarını (hatta belli hastalıklara yakalanacaklarını) ileri sürmüştür: astenik, piknik, atletik, displastik  Sheldon; beden yapılarına göre üç kişilik tipi olduğunu ileri sürmüştür: endomorfik, mezomorfik, ektomorfik. Bu görüşler bugün için geçersizdir.



Karakter

Kişinin sürekli, tutarlı, kalıplaşmış olan en belirgin özelliklerini göstermek için kullanılan kavramdır.

Günlük yaşamda kişinin moral (ahlaksal) değerlerini göstermek ve bunları vurgulamak için kullanılır.  

Günlük dilde sağlam karakterli denildiğinde; dürüst, güvenilir, özü sözü bir, davranışların toplumsal değerlere uygun ve uyumlu olduğu anlaşılır
Karaktersiz denildiğinde; güvenilmez, iki yüzlü, davranışlarının tutarsız ve değişken olduğu, toplumsal değer yargılarına uymadığı anlatılmak istenir.
Karakter kişiliğin öğrenme ve çevre etkisi ile yaşam içinde geliştirilen bölümüdür.

Mizaç, huy, Kişinin genellikle uzun süreli, kalıcı ve onun özelliği durumunu almış en belirgin duygusal yönlerini göstermek için kullanılır.  Neşeli, asık suratlı, öfkeli olmak mizaç özellikleridir. Doğuştan gelen özelliklerdir. 


3-ruhsal etkenler: Freud kişilik özelliklerinin gelişmesinde ve belirlenmesinde ruhsal aygıtın üç yapısı arasındaki ilişkilere, çatışmalara, kullanılan savuna düzeneklerine, stresle baş etme yollarına ağırlık vermiş, bunlara göre bazı kişilik tipleri önermiştir.

4-çevresel etkenler: döllenmeden başlayarak çevresel etkenler diğer insanlarla etkileşimlerini ve kişilik özelliklerini etkiler. İlk yıllarındaki yaşantılar gelecek yıllardaki yaşantılarını etkiler.
Annenin hamileliği sırasındaki stresleri, beslenme yetersizliği, ilaç alkol, sigara, radyasyon gibi etkenler fetusu etkiler.

5-kültürel etkenler: insanlar toplumsal varlıklardır, iyi kötü, doğru yanlış gibi değerlerin öğrenilmesinde davranışa yerleşmesinde kültürün etkileri vardır.
Japon ve Amerikalı davranış farkları gibi ...

Kişilik Tipleri
İnsanlar bilimsel amaçlı olarak belli kişilik tiplerine ayrılırlar, bu ayrımlar kişilik tiplerinin tüm özelliklerini göstermez, aynı kişilik tipinde olduğu söylenen iki insan arasında da bir çok farklar vardır.

Freud'a Göre
Oral kişilik
Anal kişilik
Fallik kişilik

Jung'a Göre
İçe dönük (introvert): çekingen, duygusal yönden soğuk ve uzak, duygusal gelişmeleri az, mantıksal davranmaktan çok iç uyaranlarına göre davranan, kişiler arası ilişkileri az ve sınırlı kişiler
Dışa dönük (extrovert): girişken, canlı, kişiler arası ilişkileri kolayca başlatan ve sürdüren, uygun duygusal tepkiler gösteren, dış uyaranlara ve dış konulara göre mantıklı davranan kişilerdir .




Davranış Nedir?

Davranış en eski ve en yaygın canlı yaşantılarından biridir. Bun karşılık davranışın bilimsel bir konu olarak ele alınması ve incelenmesi ancak son birkaç yüzyılda gerçekleşebilmiştir. İlk insanlardan bu yana tüm insanlar her dönemde kendilerini ve içinde yaşadıkları çevreyi anlamya, açıklamaya çalışmışlardır. Kendileri ve çevreleriyle ilgili olaylara kimi zaman şaşırmışlar kimi zaman onlardan korkmuşlar, kimi zaman da rüya gibi yaşantılara hayranlık duymuşlardır.

İlkel insanlar, doğayla iç içe yaşamda ve doğaya karşı verdikleri ölüm kalımsavaşında karşılaştıkları olayları metafizik bir bakış açısıyla değerlendirmeye ve yorumlamaya çalışmışlardır. Bunun nedenleri arasında doğayla kurulan ilişki azlığı, bilgi ve kavram eksikliği, genellemeye gitme yetersizliği sayılabilir.

İlkel insanların kendilerini açıklamaya çalıştıkları kuramların ilki, insanın içinde insan olduğudur.  Bu insanın bedeni içinde yer alan, uykudayken bedenden ayrılabilen ve dolaşabilen bir varlıktır. Bir başka deyişle ruhtur. Ruhların varlığına inanılan ve animizm adı verilen bu düşünce biçimi, somut yaşantılar temelinde geliştirilmiştir.  Doğadaki çeşitli olaylar ve insanların davranışları doğaüstü güçlere bağlanmıştır. Bu görüşe göre, ruh beden ayrılan bir varlık olarak değil, bedenin bir parçası olarak görülmüştür.

Eski yunan filozoflarından Plato insanın niteliği nedir sorusuyla aşırı düzeyde ilgilenmiş ve doğaüstü güçleri varlığına ek olarak bedende yer alan bağımsız bir ruh olduğu öne sürülmüştür. Buna göre insan, beden ve ruh olarak ikiye ayrılmaktaydı.(dualizm) Beden ve ruhun nasıl bir araya gelip insanı oluşturduğu, nasıl birlikte işlev gördüğü konuları ancak dinsel olarak açıklanabilmekteydi. Ruh beyince yerleşmişti, insan davranışları bedeni denetleyen bu ruhun niceliksel ve niteliksel yönleriyle ilgiliydi.

Orta çağda davranışla ilgili olarak önemli bilimsel gelişmeler olmamıştr. Sonraki yıllarda Descartes insan davranışlarını bedenin uyaranlara verdiği yanıtlar olarak ele almıştır. Descartes’e göre insan aklı gerçeğe ancak kuşku aracılığıyla ulaşabilir. Gerçeğe ulaşmada önemli olan algılama değil, akıldır. Descartes, görüşleriyle neden-sonuç ilişkisinin temellerini atmıştır.

Davranışların anlaşılması ve açıklanması konusunda 18. yüzyıla kadar Galen’in görüşleri geçerliydi. .galen’e göre, sinir sisteminden salgılanan sıvılar ilgili organlara gönderilir ve bunlara yanıt olarak davranış ortaya çıkıyordu.

18. yüzyılda beynin anatomisiyle ilgili çalışmalardan elde edilen bilgiler biyolojiye ve psikolojiye merkez kavramını soktu. Merkez kavramı belirli bir işlevle, davranışla ilgili beyin bölgelerini göstermekteydi. Her işlevin, her davranışın beyinde bir merkezinin olduğu görüşüyle, beyinde yüzlerce merkez olduğu ve bunların saptandığı öne sürülmüştü. Bu yöndeki görüşler daha sonra bütüncü görüşe yönelmiştir.

19. yüzyılda davranışların incelenmesinin salt gözleme dayanmasının yeterli olmayacağı, davranışların deneylerle incelenmesinin gerekli olduğu öne sürülmüştür. Beynin bazı bölgelerinin çıkarılmasıyla ya da elektriksel uyarı verilmesiyle elde edilen yanıtlar beyin ve daha genel olarak beynin  yapıları hakkında daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlamıştır Bu dönemdeki en önemli görüşlerden biri Darvin’in Evrim görüşüdür. Evrim davranışların belirli bir amaca yönelme özelliğinden sorumlu güçtür, davranışın nasıl düzenlendiğini anlamamıza yardım eder. Darvin 1859 yılında yayımlanan Türlerin Kökeni adlı kitabında evrim sürecini destekleyen kanıtlar sunmuştur. Buna göre bir tür kendisiyle ilişkili türlere göre sürekli değişme ve gelişme göstermektedir. Türlerin genetik ve biyokimyasal özellikleri arasında benzerlikler vardır. Günümüzde moleküler genetik, kalıtsal bilgilerin kimyasal bir kodlama olan Dna molekülünde kodlandığını göstermiştir.

20. yüzyılda davranışların incelenmesi ve anlaşılmasıyla ilgili önemli gelişmeler olmuştur. Wundt, fizyolojik psikolojinin temellerini atara gelişmesine katkıda bulunmuştur. İbu üzyılda Thurndike ve Watson ögrenme kuramına dayanarak davranışçı görüşün temellerini oluşturmuştur. Freud ise, insan davranışlarının ruhsal temelinde haz ve gerçektlik ilkelerinin yattığını öne sürmüştür.

Günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişmeler davranışın temelinde yatan etkenleri hücre, hücre organelleri ve moleküler düzeyde incelemeye olanak sağlamıştır.

Davranışın anlaşılması ve açıklanmasıyla ilgili bir başka görüş ise monizm’dir. Bu görüşe göre, beynin ve bedenin çalışma biçimi tam olarak anlaşıldığında, davranışların altında yatan fizyolojik temeller de anlaşılacaktır. Dış dünyanın insan üzerindeki etkilerinin anlaşılması da davranışlar hakkındaki bilgilerimizin artmasına yardımcı olacaktır. Bunların hepsi bir bütün oluşturmaktadır. Ayrı ayrı değil, birlikte ele alınıp incelenmelidir. Buna göre ruh beynin işlevidir. Bu aşamada beynin davranışların yaratıcısı mı, davranışların ortaya çıkmasında bir aracı mı yoksa önceden belirlenmiş bir yapı mı olduğu sorularının yanıtlarını tam olarak vermek olası değildir. Bu soruların yanıtlarını vermeye çalışırken Spinoza’nın tanımladığı nedensellik (determinizm) ilkesi dikkate alınmalıdır. Bu ilke hiçbir davranışın nedensiz, tesadüfi olmadığını ya da her davranışın mutlaka bir nedeni olduğunu gösterir.


İnsan davranışlarıyla ilgili olarak kabul gören görüşe göre insan davranışları genetik olarak belirlenmiş yönleriyle, insanın bireysel özelliklerinin karışımı olarak düşünülür. Günümüzde dualistik görüşü savunanlar olsa da, yukarıdaki biçimde anlatıma kavuşturulan bütüncül yaklaşım geçerlidir.